Türkiye Risk Haritası: Ülkenin Gerçekleriyle Yüzleşmek

Türkiye Risk Haritası: Ülkenin Gerçekleriyle Yüzleşmek

Bu Yazıyı Paylaş

Jeolojik açıdan bakıldığında Türkiye, Avrasya’nın en riskli kesimlerinden birinde yer alır. Bu riskler, vatandaşların ve yatırımcıların sürekli merak ettiği konular arasında duruyor. Türkiye risk haritası, bu karmaşık sorulara ışık tutar. Ülkenin sismik ve diğer afet gerçeklerini ayrıntılı bir biçimde gözler önüne seriyor. Bu hayati haritaların hazırlanması ve güncellenmesi görevini AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) üstlenir. Haritalar bilimsel verilerle sürekli yenilenir. Harita, KAF ve DAF gibi büyük fayları temel alır. Aynı zamanda Ege Bölgesi’nin gerilme rejimini de hesaba katar. Özetle, Türkiye risk haritası, gelecekteki afetlere karşı ulusal bir rehber işlevi görür. Emniyetli bir yaşam ortamı tasarlamak için bu haritanın inceliklerini kavramak şarttır. Tehlikenin farkına varmak, önlem almanın ilk kıvılcımıdır. Bu, yalnızca bir coğrafya dersi olmaktan çıkıp, hayatta kalma rehberi niteliği taşır.

Türkiye’nin Sismik Gerçeği ve Risk Haritası

Türkiye, sismik açıdan son derece aktif bir bölgedir. Bunun başlıca nedeni, birden çok dev tektonik levhanın burada kesişmesidir. Anadolu Levhası, görece küçük bir kara parçası olarak konumlanır. Kuzeyden Avrasya Levhası tarafından şiddetle sıkıştırılır. Güneyden ise Arap ve Afrika levhaları, Anadolu’yu kuzeye doğru iter. Bu devasa jeolojik kuvvetler, yer kabuğunda kocaman bir enerji birikmesine yol açar. Biriken bu enerji, fay hatları boyunca depremlerle serbest kalır. Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF) ve Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF) bu hareketin temel sonuçlarıdır. İkisi de doğrultu atımlı fay karakterine sahiptir. Batı Anadolu’daki Ege Graben Sistemi, oldukça aktif bir tektonik bölge olarak öne çıkar. Burada levhalar gerilerek ayrılır. Bu jeolojik durum, Türkiye risk haritası üzerinde deprem tehlikesinin öncelikli konumda yer almasını kaçınılmaz kılıyor. Deprem, ülkenin en büyük ve en yıkıcı afet riskini temsil eder. Sel ve heyelan gibi diğer tehlikeler, deprem kadar geniş bir alanı etkileme potansiyeline sahip değildir.

Haritaların Evrimi: 1996 Risk Haritasından 2018 Tehlike Haritasına

Türkiye’nin depremle mücadelesi de haritalar sayesinde gelişti. 1996’da yürürlüğe giren eski risk haritası, ülkeyi beş ayrı deprem bölgesine ayırıyordu. Yetkililer bu bölgeleri derecelendirmişti. “Birinci Derece Deprem Bölgesi” en yüksek riski gösteriyordu. “Beşinci Derece” ise en düşük riski gösteriyordu. İstanbul, İzmir, Kocaeli, Erzincan gibi şehirler birinci dereceye giriyordu. Konya, Karaman gibi şehirler ise beşinci dereceye giriyordu. Ancak haritanın bazı önemli sınırlamaları vardı. Bölge sınırları oldukça geniş olduğundan, bir ilçenin tamamı aynı risk seviyesinde gösteriliyordu. Oysaki risk, fay hattına yaklaştıkça artıyordu. Geçmişte yetkililer bu haritayı risk odaklı bir yaklaşımla hazırlamıştı.. Günümüzde ise bilim, tehlike analizine yönelmeyi tercih ediyor. Çünkü tehlike, ölçülmesi daha net bir veri olarak öne çıkıyor.

Uzun yıllara uzanan araştırmaların ardından uzmanlar, 2018 yılında yeni bir harita yayımladı. AFAD, resmi adını “Türkiye Deprem Tehlike Haritası” (TDTH) olarak belirlediği bu haritayı geliştirdi. Kurum, haritayı 2019’da yapılan birkaç küçük güncellemeyle revize etti. Yeni sürüm, eski bölgesel sınıflandırma sistemini tamamen geride bıraktı. Artık “birinci derece”, “ikinci derece” gibi terimler kullanılmaz Harita, odak noktasını “tehlike” üzerine kaydırdı. Yani belirli bir noktada beklenen sarsıntı şiddetini bilimsel ölçekte gösteriyor. Bu yaklaşım, önceki yöntemlere göre çok daha hassas ve bilimsel bir değerlendirme sunar. Sonuç olarak, Türkiye risk haritası kavramı modern bir bakış açısıyla daha doğru bir yoruma ulaşmış durumda.

Yeni Türkiye Deprem Tehlike Haritası Nasıl Okunur?

Vatandaşlar yeni haritayı incelerken çeşitli renkli alanlarla karşılaşır. Bu renkler, Peak Ground Acceleration (PGA) değerlerini gösterir. PGA, “En Büyük Yer İvmesi” olarak adlandırılmaktadır. Kısaca, bu ölçüm deprem anında yerin ne kadar çabuk sallanacağını ifade eder. Yani ne kadar ivmeleneceğini ifade ediyor. PGA değeri yükseldikçe sarsıntının şiddeti de artar. Haritada kırmızı tonlar, en yüksek PGA değerlerine sahip bölgeleri işaret eder. Yani en riskli bölgelerdir. Bu bölgelerde uzmanlar en kuvvetli sarsıntıyı bekler. Sarı ve yeşil renkler ise daha düşük PGA seviyelerini gösterir. Daha hafif bir sarsıntı olasılığını yansıtır. Harita, çeşitli deprem senaryolarını gözler önüne serer. En çok tercih edilen senaryo, 475 yıllık tekrar süresine sahip bir depremdir. Bu, 50 yıllık bir zaman diliminde %10 ihtimalle gerçekleşebileceği anlamına gelir. Mühendisler, yeni bina tasarımlarını bu hassas PGA değerlerine göre şekillendirir.

Artık vatandaşlar, risk durumlarını zahmetsizce öğrenebilir. AFAD, bu haritayı e-Devlet altyapısına entegre etmiştir. “Türkiye Deprem Tehlike Haritaları (TDTH)” portalını işlevsel hâle getirmiştir. Kullanıcılar, e-Devlet şifreleriyle sisteme girip, il, ilçe, mahalle ve hatta parsel gibi adres bilgilerini yazarak kendi konumlarındaki PGA değerini görebilir. Harita aynı zamanda DD1, DD2, DD3 ve DD4 gibi farklı deprem seviyeleri hakkında da veri sağlar. Böylece Türkiye risk haritası, herkesin erişebileceği bir veri kaynağına dönüşmüştür. Bireysel farkındalık kayda değer bir artış gösteriyor. Çünkü insanlar, binalarının risk seviyesini tam anlamıyla görebilir. Bu net bilgi, kentsel dönüşümle ilgili kararların süratle alınmasına ivme katar.

Türkiye Risk Haritası ve Ana Fay Hatları

Türkiye risk haritası üzerindeki en belirgin ve en uzun tehdit, Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF) olarak tanımlanır. KAF, dünyadaki en hızlı hareket eden ve en yıkıcı yan atımlı faylardan biridir. Bingöl-Karlıova’dan başlayıp Marmara Denizi’ne kadar yaklaşık 1200 kilometre boyunca uzanır. Tarihsel süreçte batıya doğru bir deprem göçü göstermiştir. 1939’da gerçekleşen 7.9 büyüklüğündeki Erzincan depremi, bu serinin en kanlı felaketidir. 1999’da yaşanan 7.4 büyüklüğündeki Gölcük ve 7.2 büyüklüğündeki Düzce depremleri ise önemlidir. Fayın Marmara’ya ne kadar yaklaştığını ortaya koymuştur. Bilim insanları, KAF’ın Marmara Denizi içindeki bölümünün (Kumburgaz Segmenti) uzun süredir enerji biriktirdiğini belirtmektedir.

İkinci en büyük tehdit, Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF) olarak adlandırılan kırılma hattıdır. Karlıova’dan Hatay’a kadar yaklaşık 550 km boyunca uzanır. KAF kadar çabuk hareket etmese de, aynı ölçüde yıkıcı depremler çıkarma gücüne sahiptir. Uzun bir süredir “sessiz” kalması, tehlikenin azaldığı anlamına gelmez. 6 Şubat 2023’te meydana gelen depremler, bu fayın yıkıcı potansiyelini tüm dünyaya gösterdi. Pazarcık’ta 7.7, Elbistan’da ise 7.6 büyüklüğündeki sarsıntılar on bir ilde büyük bir yıkıma yol açtı. Bu felaket, DAF’ın Türkiye risk haritası üzerindeki kritik önemini acı bir şekilde ortaya koydu. Uzmanlar, bu depremlerin karmaşık bir fay kırılması sonucunda gerçekleştiğini vurguluyor. Birden fazla fay segmenti aynı anda kırıldı veya birbirlerini tetikledi.

DAF ve Ege Bölgesi’ndeki Riskler

6 Şubat’ta sarsılan depremler, DAF’ın geniş bir kesimindeki birikmiş gerilimi serbest bıraktı. Ancak jeologlar, fay boyunca bütün bir kırılmanın gerçekleşmediğini vurguluyor. Bingöl-Palu arasındaki kısımdaki enerji birikiminin hâlâ sürmekte olduğu tespit edildi. Bunun yanı sıra, Hatay’ın en güney ucundaki segment de risk altında kalmaya devam etmektedir. Uzmanlar, 2023’teki sarsıntıların, çevredeki diğer fay hatlarını tetiklediğini düşünüyor. Malatya fayı, Sürgü fayı gibi hatları tetiklemiş ya da üzerlerine ek bir yük eklemiş olabilirler. Bu bulgular, bölgedeki sismik tehlikenin hâlâ geçerli olduğunu ortaya koyuyor. 2020 Elazığ (6.8) depremi ve 2023 Kahramanmaraş depremleri, DAF’ın artık aktif bir evreye adım attığını işaret ediyor.

KAF ve DAF genellikle gündeme gelse de, Ege Bölgesi (Batı Anadolu) da göz ardı edilemez. Yüksek bir deprem tehlikesi barındırıyor. Buradaki tektonik ortam, ülkenin diğer kesimlerinden tamamen farklıdır. Bölge kuzey-güney ekseninde geriliyor (açılıyor). Bu gerilme, tek bir uzun fay yerine bir dizi kısa faydan oluşan graben benzeri sistemler ortaya çıkarıyor. Gediz, Büyük Menderes ve Küçük Menderes gibi fay hatları, 7.0’ın üzerindeki depremleri tetikleyebilir. KAF ya da DAF’a kıyasla çok daha sık sarsıntı üretiyor. İzmir, Aydın, Manisa, Muğla ve Denizli ise bu aktif sistemin tam kalbinde yer alıyor. 2020 Samos depremi de bu riskin bir göstergesidir.

Sarsıntıların Ötesinde: Türkiye’nin Diğer Risk Haritaları

Türkiye’de “risk haritası” kavramı genellikle depremle anılmaktadır. Fakat AFAD yalnızca sismik tehlikeler için değil, aynı zamanda sel ve heyelan gibi diğer doğal felaketler için de kapsamlı tehlike ve risk haritaları hazırlamaktadır. Ülkenin iklimi ve engebeli coğrafyası, onu sadece depreme değil, çeşitli afetlere de açık hâle getirir. Bu bağlamda sel ve taşkınlar en başta gelen tehditlerdir. Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde aniden ve şiddetli yağışların yol açtığı ani seller vardır. Bunlar büyük can ve mal kayıplarına neden olur. Aynı zamanda büyük şehirlerde plansız kentleşme sel riskini daha da artırır. Dere yataklarının yapılaşmaya açılması da buna dahildir. İklim değişikliği, aşırı ve yoğun yağışların sıklığını yükselterek sel tehlikesinin boyutunu büyütmektedir. AFAD’ın “Sel Tehlike Haritaları”, potansiyel sel riski taşıyan bölgeleri ayrıntılı bir biçimde saptar. Belediyelerin ve vatandaşların proaktif önlemler almasına olanak sağlıyor.

Heyelan: Dağlık Coğrafyanın Getirdiği Riskler

Bir diğer kritik afet türüne uzmanlar heyelan (toprak kayması) der. Türkiye’nin risk haritası da heyelan açısından titizlikle incelenmelidir. Ülkenin dağlık arazi yapısı ve bol yağış alan bölgeleri, heyelan riskini kayda değer bir biçimde artırmaktadır. Bu çerçevede Doğu Karadeniz Bölgesi (Trabzon, Rize ve Artvin) özellikle öne çıkmaktadır. Eğimli arazilerde bitki örtüsünün tahrip edilmesi, heyelanların tetiklenmesinde başlıca faktörlerden birini oluşturur. Yanlış arazi kullanımı ve denetimsiz kazılar (örneğin yol inşaatları, temel kazıları) ise bu riski daha da şiddetlendirir. AFAD, “Heyelan Duyarlılık Haritaları” sayesinde riskli yamaçları ve bölgeleri haritalamaktadır. İmar planlaması sürecinde bu haritaların göz önünde bulundurulması zorunludur. Riskli olarak nitelendirilen alanlara yeni yerleşim izni tanımak uygun değildir.

Orman Yangınları: Sıcaklık, Kuraklık ve Beşeri Faktörler

Orman yangınları, Türkiye’nin risk haritası için göz ardı edilemez bir başlıktır. Yaz aylarında, özellikle Ege ve Akdeniz sahilleri, yangın tehlikesinin en yüksek olduğu bölgelerdir. Sıcaklıkların çılgınca yükselmesi, nemin neredeyse sıfıra yaklaşması ve fırtına gibi esen rüzgarlar alevlerin yayılmasına zemin hazırlar. Bir an içinde yayılmasına neden olur. Ne yazık ki bu yangınların büyük bir bölümü insan eliyle çıkarılıyor. İklim değişikliğinin etkisiyle sıcak hava dalgaları daha uzun sürüyor. Kuraklık periyotları uzuyor. Bu durum riski daha da kritik bir seviyeye taşıyor. Orman Genel Müdürlüğü (OGM) ve AFAD, “Yangın Risk Haritaları” adı altında kapsamlı haritalar hazırlıyor. Bu haritalar, müdahale ekiplerinin en uygun noktalara yönlendirilmesini sağlıyor. İster uçak, ister helikopter olsun, ekipler stratejik olarak yerleşir. Ayrıca, (bu durum) vatandaşların bu riskli bölgelere girerken daha özenli olmalarını hatırlatır ve bir uyarı görevi görür.

Türkiye Risk Haritası ve Yapısal Güvenlik İlişkisi

Türkiye risk haritası yalnızca felaketi tanımlamaz. Sadece “tehlikeyi” gösterir. Yani, bir bölgenin ne kadar sallanma potansiyeline sahip olduğunu işaret eder. “Risk” ise bambaşka bir kavramdır. Uzmanlar riski, tehlike × hasar görebilirlik formülüyle tanımlar. Hasar görebilirlik, o bölgedeki binaların, altyapının ve nüfusun savunmasızlık düzeyini ifade eder. Deprem karşısındaki savunmasızlık düzeyidir. Örneğin, çok yüksek tehlikeli (kırmızı) bir bölgede bulunabilirsiniz. Fakat binanız en son yönetmeliklere göre sismik izolatörlü inşa edilmişse, sizin için risk düşük kalır. Aksine, kendinizi düşük tehlikeli (yeşil) bir bölgede görebilirsiniz. Fakat bina çok eski, çürümüş ve korozyona maruz kalmışsa, ufak bir sarsıntı bile ciddi bir risk doğurur. 6 Şubat’ta gerçekleşen depremler bu gerçeği net bir şekilde ortaya koymuştur.

Vatandaşlar, Türkiye risk haritası üzerindeki konumlarını öğrendiklerinde hemen harekete geçmelidir. e-Devlet üzerinden gördüğünüz yüksek PGA değeri, binanızı kontrol ettirmeniz gerektiğinin güçlü bir uyarısıdır. İşte bu aşamada “Riskli Bina Tespiti” süreci devreye girer. Bu süreç, 6306 sayılı yasa çerçevesinde yürütülen resmi bir uygulamadır. Mülk sahipleri, lisanslı kuruluşlara başvurarak binalarının detaylı analizini talep eder. Uzman ekip, sahaya gelerek projeleri inceler. Karot testi için örnek alır ve deprem analizini yapar. Sonuç olarak, binanın “riskli” olup olmadığını gösteren resmi bir rapor hazırlanır.

Riskli bir bina tespiti raporu “riskli” olarak işaretlenirse, mülk sahibinin önünde iki temel seçenek belirir. Kentsel dönüşüm (yani yıkıp yeniden inşa) ve yapısal güçlendirmedir. Kentsel dönüşüm sorunu temelden kökünden çözer. Size tamamen yeni, depreme dayanıklı bir konut sunar. Yapısal güçlendirme ise mevcut binayı koruyarak, onu bir kalkan gibi güvenli hâle getirir. Mühendisler zayıf kolon ve kirişleri çelik mantolama ya da karbon fiber gibi modern malzemelerle pekiştirir. Kısacası, Türkiye risk haritası, bu iki kritik sürecin (kentsel dönüşüm ve güçlendirme) bilimsel temelini oluşturur. Yetkililer, sınırlı kaynakları en yüksek riskli bölgelere tahsis etmek üzere bu haritayı kullanıyor.

Sonuç: Haritayı Bilmek Sorumluluk Almaktır

Türkiye risk haritası (özellikle Deprem Tehlike Haritası), yalnızca duvara asılan bir posterden daha fazlasıdır. Ülkenin jeolojik gerçekleriyle yüzleşmemizi sağlayan, hayati bir rehber niteliğindedir. Nerede, ne kadar büyük bir riskle karşı karşıya olduğumuzu bilimsel verilerle ortaya koyar. Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF), Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF) ve Ege Graben Sistemi, bu coğrafyanın değişmez gerçekleridir. Asıl tehlike, bu fay hatlarından ziyade, riski göz ardı edip inşa ettiğimiz dayanıksız yapılarda yatar. Deprem, doğanın bir olayıdır. Onu felakete çeviren ise insanın ihmalidir. Bu bağlamda odak noktamızı “en tehlikeli fay” tartışmasından “en kırılgan bina” sorununa yönlendirmeliyiz. Haritayı kavramak sorumluluk üstlenmeyi zorunlu kılıyor. Birey olarak binalarımızın güvenliğini sorgulamalıyız. Mühendisler en güncel veriler ışığında tasarımlarını yeniden şekillendirmeli. Yöneticiler ise kentsel dönüşüm ve yapısal güçlendirme çalışmalarını hızlandırmalı. Türkiye risk haritası bize yol haritası çizerken, güvenli bir geleceği inşa etmek ise tamamen elimizdedir.

Youtube videolarımızı izlemek için buraya tıklayabilirsiniz.

Daha fazla bilgi almak ve bizimle iletişim kurmak için buraya tıklayabilirsiniz.

İlgili Makaleler

Karbon Fiber Plaka: Yapısal Güçlendirmede Modern Çözüm
Blog

Karbon Fiber Plaka: Yapısal Güçlendirmede Modern Çözüm

Mühendislik dünyası sürekli gelişiyor. Bu nedenle uzmanlar yeni malzemeler geliştiriyor. Karbon fiber plaka, bu yenilikçi malzemelerden biridir. Yapısal güçlendirme alanında devrim yaratmaktadır (veya yaratmıştır). Üreticiler