Deprem Ekonomik Kayıp Analizi: Türkiye’nin Deneyimleri ve Yöntemler

Geçmiş Depremlerin Türkiye Ekonomisine Etkisi

Deprem ekonomik kayıp analizi hakkında her bireyin bilinçlenmesi gereklidir. Türkiye, deprem kuşağında yer aldığı için sık sık yıkıcı sarsıntılar yaşıyor. Bu depremler, yalnızca insan hayatını değil, aynı zamanda ülke ekonomisini de etkiliyor. Özellikle Marmara ve Kahramanmaraş depremleri büyük maddi kayıplar yaratıyor. 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi, Türkiye’nin sanayi merkezini doğrudan etkiliyor. Bu felaket, yaklaşık 17 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden oluyor. Ayrıca, ekonomik zararın büyüklüğü milyarlarca doları buluyor. Dünya Bankası, bu kaybı 3 ila 6.5 milyar dolar arasında tahmin ediyor. Bu rakam, o yılki GSYİH’nin yaklaşık %3’ünü temsil ediyor.

 

deprem ekonomik kayıp analizi

Üretim duruyor, iş yerleri kapanıyor ve sanayi çöküyor. Böylece ekonomik büyüme ciddi darbe alıyor. Deprem yılı olan 1999’da Türkiye ekonomisi küçülme yaşıyor. Ancak bir yıl sonra, yeniden inşa faaliyetleri ekonomik toparlanma getiriyor. GSYİH büyümesi, beklentilerin üzerine çıkıyor. Bu gelişme, yapı sektörünün etkisini net şekilde gösteriyor. Kamu maliyesi de önemli bir yük altına giriyor. 1999–2000 arasında yaklaşık 4 milyar dolarlık kamu harcaması yapılıyor. Hükümet, bu yükü hafifletmek amacıyla ek vergiler devreye alıyor. Özel iletişim vergisi de bu kapsamda yürürlüğe giriyor. Vergi geçici başlıyor, fakat daha sonra kalıcı hâle geliyor.

Bu süreçte finans sektörü de ağır etkileniyor. Sigortasız hasarlar, bankalara batık kredi olarak yansıyor. Zaten kırılgan olan ekonomik yapı, depremle daha da sarsılıyor. Bu durum, 2001 krizinin temelini oluşturuyor. Ancak uluslararası yardımlar ve krediler, toparlanma sürecini destekliyor. Örneğin, Dünya Bankası’nın yeniden yapılandırma projeleri hayata geçiyor. Fabrikalar tekrar üretime başlıyor, yollar ve altyapı kısa sürede onarılıyor. TEM otoyolu ve demiryolu hatları hızlıca faaliyete geçiyor. Böylece ulaşım ve lojistik zinciri yeniden kuruluyor.

2023 Kahramanmaraş Depremlerinin Ekonomik Yansımaları

6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan Kahramanmaraş merkezli iki büyük deprem, 11 ili etkiliyor. Bu felaket, 50 binden fazla can kaybına yol açıyor. Aynı zamanda, geniş bir bölgede büyük yıkım yaşanıyor. Dünya Bankası, fiziksel hasarı 34.2 milyar dolar olarak açıklıyor. Bu tutar, Türkiye’nin 2021 GSYİH’sinin %4’üne denk geliyor. Toplam yeniden inşa maliyeti ise bu miktarın iki katını buluyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı, toplam zararı 104 milyar dolar olarak hesaplıyor. Bu da GSYİH’nin %12’sine eşdeğer oluyor.

Deprem, doğrudan üretimi durduruyor. Ancak etkisi sadece bölgeyle sınırlı kalmıyor. Tedarik zincirleri bozuluyor, lojistik gecikiyor. Bu gelişmeler, ulusal ölçekte üretimi aksatıyor. Fakat, ekonomik büyüme üzerindeki etkisi Marmara Depremi kadar güçlü olmuyor. Çünkü deprem bölgesi, Türkiye GSYİH’sine %9 oranında katkı sağlıyor. Yine de, deprem nedeniyle 2023 büyümesi yaklaşık 1 puan düşüyor. Ekonomik modeller, bu düşüşü net şekilde ortaya koyuyor. Politika analizlerine göre, büyüme baz senaryodan %1.2 daha düşük gerçekleşiyor.

Yeniden inşa çalışmaları, ikinci yarıdan itibaren ekonomiye ivme kazandırıyor. Kamu, kapsamlı bir imar programı başlatıyor. 2023 ve 2024 bütçelerinde büyük kaynaklar ayrılıyor. Merkez Bankası, kredi teşvikleriyle bölgeyi destekliyor. Ayrıca, uluslararası kurumlarla iş birliği yürütülüyor. Dünya Bankası, IMF ve diğer kuruluşlar teknik destek sağlıyor. Fakat tam toparlanma sürecinin 5 yılı bulacağı tahmin ediliyor. Bu süreçte, kamu maliyesine ek yük biniyor.

Diğer Önemli Depremler ve Ekonomik Etkileri

2011 yılında Van’da meydana gelen deprem, 600 kişinin hayatını kaybetmesine neden oluyor. Bu afet, bölgesel düzeyde büyük yıkım yaratıyor. Ekonomik kayıp birkaç milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Konut piyasası, ticaret ve tarım gibi alanlar ciddi zarar görüyor. Devlet, yaklaşık 5 milyar TL harcayarak yeniden inşa sürecini başlatıyor. Altyapı hızla onarılıyor, konutlar yeniden inşa ediliyor. Ancak bazı kalıcı etkiler devam ediyor.

2020 İzmir ve 2023 Düzce depremleri, daha sınırlı bölgelerde etkili oluyor. Bu sarsıntılar ulusal ekonomiyi derinden etkilemiyor. Ancak yerel ölçekte önemli hasarlar oluşuyor. Konutlar ve iş yerleri zarar görüyor. Bazı bölgelerde ticaret geçici olarak durma noktasına geliyor. Hükümet, bu alanlara da destek sağlıyor. Böylece hayat hızlı şekilde normale dönüyor.

Geçmiş Depremlerin Kamu Maliyesine Etkisi

Depremler, sadece fiziksel yıkıma neden olmuyor. Aynı zamanda kamu bütçesi üzerinde büyük baskı oluşturuyor. 1999 Marmara Depremi sonrası hükümet, ek kaynaklar yaratmak zorunda kalıyor. Bu nedenle geçici olarak yürürlüğe giren vergiler kalıcı hale geliyor. Özellikle Özel İletişim Vergisi bu süreçte devreye giriyor. Aynı zamanda yeniden inşa için dış borçlanmalar artıyor. Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar, Türkiye’ye finansman sağlıyor. Bu yardımlar, Marmara bölgesindeki imar sürecini hızlandırıyor.

2023 Kahramanmaraş Depremi sonrasında da benzer bir tablo oluşuyor. Kamu maliyesi, ek harcamalar ve desteklerle ağır yük altına giriyor. Özellikle bütçeden ayrılan kaynaklar inşaat sektörünü canlandırıyor. Bu sayede ekonomik toparlanma kısa sürede etkisini göstermeye başlıyor. İnşaat faaliyetleri, iş gücü talebini artırıyor. Böylece istihdam da olumlu yönde etkileniyor. Ancak uzun vadede, artan kamu harcamaları enflasyon baskısı yaratıyor.

Bütçe açığı büyüyor, kamu borçlanma ihtiyacı artıyor. Bu durum, mali disiplini zorlayan sonuçlar doğuruyor. Hazine, bu açığı karşılamak için iç ve dış piyasadan borçlanıyor. Aynı zamanda bazı vergi ertelemeleri ve muafiyetler de uygulamaya alınıyor. Bu politikalar, depremden etkilenen kesimlere destek sağlıyor. Ancak devletin bütçe esnekliğini de kısıtlıyor. Mali sürdürülebilirlik için uzun vadeli önlemler alınması gerekiyor.

DASK ve Zorunlu Deprem Sigortasının Ekonomik Rolü

Deprem ekonomik kayıp analizi hakkında bilinmesi gerekenlerden birisi de zorunlu deprem sigortasıdır. Depremlerin ekonomik etkisini azaltmak için sigorta sistemleri büyük önem taşıyor. Türkiye’de 1999 sonrası kurulan Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK), bu alanda kritik rol oynuyor. DASK, konut sahiplerine zorunlu deprem sigortası poliçesi sağlıyor. Bu sistem, kamu-özel iş birliği modeliyle çalışıyor. Prim gelirleri, reasürans desteği ve devlet garantisiyle destekleniyor. 1999 öncesinde konutların sadece %3’ü sigortalı bulunuyor. Bu nedenle Marmara Depremi’nde hasarın büyük bölümü sigortasız kalıyor. Devlet, bu açığı kamu kaynaklarıyla karşılamaya çalışıyor. Ancak bu yöntem sürdürülebilir olmuyor. Zorunlu sigorta uygulamasıyla sigortalılık oranı hızla artıyor. 2023 yılı itibariyle bu oran %55 seviyesine ulaşıyor. İstanbul gibi büyük şehirlerde oran daha da yükseliyor.

Ancak kırsal bölgelerde sigorta kullanımı hâlâ düşük kalıyor. Ekonomik imkânlar, sigorta yaptırma kararını doğrudan etkiliyor. Kahramanmaraş Depremi’nde etkilenen illerde, sigortalı konut oranı yaklaşık %50 seviyesinde bulunuyor. Bu durum, hâlâ önemli bir koruma açığının varlığını gösteriyor. Swiss Re verilerine göre, 2023 depremlerinde oluşan ekonomik zararın %90’ı sigortasız kalıyor. Bu oran, sigorta sisteminin hâlâ gelişime ihtiyaç duyduğunu kanıtlıyor.

DASK’ın Hasar Ödeme Performansı

DASK, kurulduğu günden bu yana birçok depremde ödeme gerçekleştiriyor. Van 2011, İzmir 2020 ve Kahramanmaraş 2023 depremlerinde binlerce hak sahibi tazminat alıyor. Özellikle 2023’te sistem tarihindeki en büyük ödeme sürecini yaşıyor. On binlerce bina ağır hasar alıyor veya tamamen yıkılıyor. Bu durum, DASK’a yapılan ihbar sayısını rekor seviyeye çıkarıyor.

Tahminler, toplam hasar ödemesinin 6 milyar doları aşacağını gösteriyor. DASK, bu ödemeleri reasürans anlaşmaları ve birikmiş rezervlerle gerçekleştiriyor. 2022 itibariyle kurumun rezervi 25 milyar TL’yi geçiyor. Bu finansal yapı, sistemin güvenilirliğini artırıyor. Sigortalı bireyler, devlet yardımı beklemeden poliçeleri kapsamında ödeme alıyor. Böylece konutlarını hızla onarmaya başlıyorlar.

Bu hızlı müdahale, ekonomik faaliyetlerin kısa sürede normale dönmesini sağlıyor. Sigorta sayesinde bireyler borçlanmadan toparlanma sürecine giriyor. Bu da devletin üzerindeki yükü hafifletiyor. Ayrıca ekonomik çarkların tekrar dönmesini kolaylaştırıyor. Ancak bazı sınırlar da mevcut. DASK, sadece yapısal bina hasarını karşılıyor. Eşyalar, iş kaybı ve gelir azalması kapsam dışı kalıyor. Bu nedenle bireyler ve şirketler, bazı zararları kendileri karşılamak zorunda kalıyor.

Sigorta Sistemlerinin Sınırları ve Devlet Desteği

DASK poliçelerinin üst ödeme limiti, bina yeniden yapım maliyetini karşılamıyor. Örneğin 2023 yılı için bu limit yaklaşık 640 bin TL oluyor. Ancak şehir merkezindeki bir apartmanın yeniden inşası bu tutarın çok üzerinde maliyet oluşturuyor. Ayrıca DASK, sadece bina yapısını teminat altına alıyor. İçerik, kira kaybı veya iş durması gibi kalemler poliçeye dahil edilmiyor.

Bu sınırlamalar, sigortalı olunsa bile ekonomik açığın tamamen kapanmasını engelliyor. Ayrıca sigorta penetrasyonu hâlâ %100’e ulaşamıyor. Bu durumda önemli bir finansman açığı ortaya çıkıyor. Devlet, bu boşluğu kapatmak amacıyla çeşitli destek mekanizmaları uyguluyor. Hibe konut yapımı, vergi muafiyetleri ve kredi ertelemeleri bu kapsama giriyor. Yine de sürdürülebilir bir sistem için sigorta kapsamının genişletilmesi gerekiyor.

Deprem Ekonomik Kayıp Analizinde Kullanılan Yöntemler

Depremlerin ekonomik etkilerini anlamak için çeşitli analiz yöntemleri geliştirilmiş bulunuyor. Bu yöntemler, doğrudan ve dolaylı kayıpları değerlendirmeye odaklanıyor. Ayrıca, makroekonomik düzeyde etkileri ortaya koyuyor. Böylece karar alıcılar, riskleri daha iyi yönetebiliyor. En yaygın kullanılan analiz sistemlerinden biri HAZUS modeli olarak biliniyor. Bu model, ABD Federal Acil Durum Yönetim Ajansı tarafından geliştiriliyor.

HAZUS, coğrafi bilgi sistemleri (CBS) tabanlı bir tahmin aracı olarak öne çıkıyor. Model, bina envanteri, zemin özellikleri ve deprem dalgası verilerini kullanıyor. Böylece belirli bir senaryo için yapı hasarlarını, can kaybını ve ekonomik etkileri hesaplıyor. HAZUS, doğrudan kayıpların yanı sıra iş durması gibi dolaylı etkileri de kapsıyor. Türkiye’de de benzer modelleme çalışmaları hızla gelişiyor.

CAPRA Modeli ile Olasılıksal Risk Değerlendirmesi

CAPRA sistemi, Latin Amerika ve Dünya Bankası iş birliğiyle oluşturuluyor. Bu model, olasılık esaslı analiz yöntemine dayanıyor. CAPRA, farklı büyüklükteki depremler için senaryolar tanımlıyor. Her senaryo, belirli bir gerçekleşme olasılığı ile analiz ediliyor. Yıllık ortalama kayıp ve olası maksimum kayıp gibi veriler hesaplanıyor.

Bu modelde, sismik tehlike analizleri CRISIS-2007 modülü ile yapılıyor. Ardından yapı stokuna ait kırılganlık fonksiyonları tanımlanıyor. Son olarak, CBS tabanlı analizler ile bina bazlı kayıplar belirleniyor. CAPRA, sadece hasar miktarını değil, aynı zamanda bu hasarın olasılık dağılımını da gösteriyor. Böylece risk transfer politikaları daha gerçekçi planlanabiliyor.

CAPRA, sigorta ve reasürans sektörü tarafından da tercih ediliyor. Özellikle prim hesaplamaları ve sermaye planlamaları bu model ile destekleniyor. Türkiye’de CAPRA benzeri sistemlerin kullanımı artıyor. Böylece risk odaklı şehir planlaması yapılabiliyor. Aynı zamanda kamu kaynakları da verimli kullanılabiliyor.

Girdi-Çıktı Analizi ile Dolaylı Kayıpların Tespiti

Depremler, sadece fiziksel hasara neden olmuyor. Aynı zamanda ekonomik süreçlerin akışını da kesintiye uğratıyor. Bir bölgede üretimin durması, diğer sektörleri zincirleme etkiliyor. Bu etkiyi analiz etmek için girdi-çıktı (Input-Output) modelleri kullanılıyor. Bu analiz, sektörler arası bağımlılık ilişkilerini dikkate alıyor.

Wassily Leontief’in geliştirdiği I-O tabloları bu yöntemin temelini oluşturuyor. Örneğin, bir inşaat malzemesi üreticisinin kapanması, bağlı sektörleri doğrudan etkiliyor. Cochrane’in Kaliforniya üzerine yaptığı çalışmada, $10 milyarlık üretim kaybı %40 oranında dolaylı zarara neden oluyor. Türkiye’de de Marmara Depremi sonrası benzer analizler yapılıyor.

Bu modeller, kısa vadeli etkileri başarılı şekilde analiz ediyor. Ancak uzun vadeli toparlanma dinamiklerini içermiyor. Yine de, bölgesel düzeyde hangi sektörlerin etkilendiğini belirlemek için kullanılıyor. Böylece yerel ekonomik planlamalar daha etkili hale geliyor.

Makroekonomik Modellemer ile Genel Denge Analizi

Daha kapsamlı analizler için genel denge ve makroekonomik modellemeler kullanılıyor. Bu modeller, fiyat mekanizması ve kaynak dağılımını dikkate alıyor. Hesaplanabilir genel denge (CGE) modelleri bu amaçla öne çıkıyor. Ayrıca zaman serisi analizleri ve sentetik kontrol yöntemleri de devreye giriyor.

Örneğin, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Marmara Depremi’nin etkisini sentetik kontrol yöntemi ile analiz ediyor. Bu analiz, deprem yaşanmasaydı büyümenin 4.6 puan daha yüksek olacağını gösteriyor. Bu fark, deprem maliyetinin net büyüklüğünü ortaya koyuyor. Türkiye GSYİH’sine oranla bu maliyet %0.9 olarak hesaplanıyor.

Makroekonomik modeller, enflasyon, borç oranları ve dış açık gibi göstergeleri de projekte ediyor. 2023 depremi sonrası, bütçe açığı ve enflasyonun artması bekleniyor. Bu senaryolar, politika kararlarına yön veriyor. Ayrıca çeşitli önlem paketlerinin ekonomik etkisi de bu modellerle değerlendiriliyor.

Birleşik Analiz Yaklaşımları ve PDNA Çerçevesi

Farklı analiz modelleri genellikle bir arada kullanılıyor. HAZUS veya CAPRA ile fiziksel kayıplar belirleniyor. Sonra, bu kayıplar girdi-çıktı modeli ile ekonomiye yayılıyor. Son olarak genel denge modelleriyle makro etkiler hesaplanıyor. Bu bütüncül yaklaşım, daha isabetli sonuçlar üretiyor.

Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası, PDNA metodolojisini geliştirmiş bulunuyor. Bu yöntem, afet sonrası hem fiziksel hem de sosyoekonomik etkileri birlikte analiz ediyor. PDNA, hükümetlere yeniden inşa stratejisi oluşturmakta yol gösteriyor. Ayrıca bağışçı kurumlara kaynak tahsisi konusunda rehberlik ediyor. Türkiye de bu yaklaşımı kullanarak planlama yapıyor.

Türkiye’nin Deprem Ekonomik Kayıp Analizinde Uluslararası Karşılaştırması

Deprem ekonomik kayıp analizi alanında Türkiye, farklı ülkelerle karşılaştırıldığında çeşitli avantajlar ve eksiklikler taşıyor. Bu karşılaştırmalar, strateji geliştirme sürecinde önemli bir yol gösterici oluyor. Japonya, ABD ve Şili gibi ülkeler, afetlere karşı daha hazırlıklı yapılar geliştiriyor. Türkiye, bu ülkelerle kıyaslandığında bazı alanlarda geride kalıyor. Ancak uygulanan politikalarla ilerleme sağlanıyor.

Japonya’nın Dayanıklılık Modeli

Japonya, dünyada en fazla sismik riske sahip ülkelerden biri olarak öne çıkıyor. Ancak yüksek yapı standartları ve ekonomik büyüklüğü sayesinde etkileri hızla azaltıyor. 1995 Kobe Depremi, Japonya için ciddi bir test oluyor. Yaklaşık 100 milyar dolarlık ekonomik kayıp yaşanıyor. Ancak GSYİH’nin sadece %2’sine denk geliyor. Çünkü Japonya, güçlü bir yeniden imar programı uyguluyor. Ulaşım ve liman altyapısını birkaç ay içinde yeniden faaliyete geçiriyor.

Japon hükümeti, konut sigortalarını devlet destekli reasürans yapısıyla destekliyor. Bu mekanizma sayesinde büyük hasarlar da yönetilebiliyor. 2011 Tohoku Depremi ve tsunami sonrasında yaklaşık 250 milyar dolarlık yeniden inşa bütçesi ayrılıyor. Japonya ekonomisi bu felaketten sadece %0.5 oranında küçülüyor. Ancak ertesi yıl %2.3 büyüme yakalıyor. Bu sonuç, ekonomik dayanıklılığın ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.

ABD’de Sigorta ve Kamu Yardım Dengesi

Amerika Birleşik Devletleri, büyük ekonomisi sayesinde bölgesel afetlerin etkisini ulusal düzeyde sınırlı tutabiliyor. 1994 Northridge Depremi, ekonomik açıdan önemli bir örnek oluşturuyor. Los Angeles bölgesinde meydana gelen bu depremde yaklaşık 20–30 milyar dolarlık hasar ortaya çıkıyor. Bunun 15.3 milyar doları sigorta ile karşılanıyor. Bu, o zamana kadar ödenen en yüksek sigorta tazminatı oluyor.

Northridge sonrası sigorta şirketleri bölgeden çekilmek istiyor. Bu nedenle California Earthquake Authority (CEA) kuruluyor. Bu yapı, devlet destekli bir sigorta havuzu görevi görüyor. ABD’de ayrıca FEMA aracılığıyla federal destekler sağlanıyor. Konut onarımları, altyapı yenilemeleri ve işletme kredileri bu yardımların kapsamında yer alıyor. Böylece ekonomik toparlanma süreci hızlanıyor.

Şili’nin Sigorta ve Bina Yönetmeliği Stratejisi

Şili, 2010 yılında yaşadığı Maule Depremi ile ciddi bir sınav veriyor. Bu deprem, yaklaşık 30 milyar dolarlık ekonomik kayıp yaratıyor. Bu rakam, Şili GSYİH’sinin %15–18’ine denk geliyor. Ancak konutların yaklaşık %90’ı sigortalı olduğu için mali yük sigorta şirketlerine dağıtılıyor. Reasürans anlaşmaları ile sigortalı kayıpların %95’i yurt dışı kaynaklardan karşılanıyor.

Şili, 1960 Valdivia Depremi sonrası bina yönetmeliklerini sıkılaştırıyor. Bu sayede yeni yapılan binalar büyük ölçüde ayakta kalıyor. 2010 yılında can kaybı sınırlı kalıyor. Hükümet, hızlı ve kararlı bir şekilde yeniden imar sürecini başlatıyor. Vergi artırımları ve kredi destekleriyle finansal kaynak oluşturuluyor. 2011 yılında büyüme oranı %5’i aşıyor. Bu toparlanma, “V tipi” bir grafik sergiliyor.

Türkiye’nin Güçlü ve Zayıf Yönleri

Türkiye, 1999 Marmara Depremi’nden sonra DASK sistemini kurarak önemli bir adım atıyor. Ancak 2023 Kahramanmaraş Depremi’ne gelindiğinde sigortalı kayıplar toplam zararın yalnızca %10’unu oluşturuyor. Bu oran, Japonya ve Şili gibi ülkelere göre oldukça düşük kalıyor. Kalan kayıplar, büyük ölçüde kamu bütçesi ve bireysel tasarruflarla karşılanıyor. Bu durum, finansal koruma açığının büyüklüğünü gösteriyor.

Yapı yönetmelikleri konusunda da benzer sorunlar yaşanıyor. Türkiye, 2007 ve 2018’de yönetmeliklerini güncelliyor. Ancak denetim eksikliği, yapıların kalitesini düşürüyor. İmar affı gibi uygulamalar, riskli yapıların kalıcı olmasına yol açıyor. Japonya ve Şili’de bu tür uygulamalar bulunmuyor. Bu nedenle Türkiye’de yıkım ve ekonomik kayıp oranı daha yüksek gerçekleşiyor.

Toparlanma Sürelerinin Karşılaştırması

Japonya ve Şili gibi ülkelerde toparlanma süreci daha hızlı ilerliyor. Çünkü bu ülkeler önceden hazırlık yapıyor. Kamu kaynakları ve sigorta mekanizmaları, felaket sonrası hızlı müdahaleye olanak sağlıyor. Türkiye’de ise 1999 sonrası toparlanma 2001 krizi nedeniyle yavaşlıyor. 2023’te de yüksek enflasyon ve bütçe açığı, toparlanma sürecini karmaşıklaştırıyor.

ABD’de Northridge sonrası bölgesel ekonomi 2 yıl içinde eski seviyesine ulaşıyor. Türkiye’de ise Hatay ve Kahramanmaraş gibi illerin eski üretim düzeyine dönmesi daha uzun zaman alıyor. Bu durum, ekonomik yapı ve kurumsal kapasitenin önemini ortaya koyuyor.

Ekonomik Zararları Azaltmaya Yönelik Stratejiler

Deprem ekonomik kayıp analizi kapsamında, zararı en aza indirmek için birçok strateji geliştiriliyor. Bu stratejiler, hem yapısal önlemleri hem de finansal planlamaları kapsıyor. Türkiye gibi deprem riski yüksek ülkelerde bu stratejiler daha da önem kazanıyor. Etkin uygulamalar sayesinde, olası kayıplar önemli ölçüde azalıyor.

Yapı Güvenliği ve Teknik Denetim

Deprem kaynaklı zararları azaltmanın en etkili yolu, sağlam yapı stokuna sahip olmaktan geçiyor. Binalar yıkılmadığında hem can kaybı hem de maddi kayıp azalıyor. Bu nedenle güncel deprem yönetmeliklerinin hazırlanması büyük önem taşıyor. Ancak sadece mevzuat yetmiyor. Sahada denetim yapmak, inşaat kalitesini artırıyor.

Türkiye’de 1999 sonrası yapı denetimi sistemi devreye giriyor. Teknik şartnameler güncelleniyor, kontroller sıkılaşıyor. Yine de bazı bölgelerde denetimsizlik sorun oluşturuyor. Bu nedenle kentsel dönüşüm projeleri kritik hale geliyor. Riskli yapıların yenilenmesi, ekonomik açıdan uzun vadeli kazanç sağlıyor.

Ayrıca altyapı projeleri de önem taşıyor. Barajlar, köprüler, enerji hatları gibi sistemlerin depreme dayanıklı olması gerekiyor. Bu yapılar zarar gördüğünde, ekonomik süreklilik kesintiye uğruyor. Bu nedenle mühendislik hesaplarının hassas şekilde yapılması şart oluyor. Aksi hâlde zincirleme etkiler ortaya çıkıyor.

Sigorta ve Risk Transferi

Sigorta sistemleri, zararların bireyler arasında paylaşılmasını sağlıyor. Bu yöntem, hem devlet hem de vatandaşlar için önemli bir yük hafifletici oluyor. Zorunlu Deprem Sigortası (DASK), Türkiye’de bu amaca yönelik kuruluyor. Ancak kapsamı halen sınırlı kalıyor. Örneğin DASK sadece bina hasarını karşılıyor. Eşya, gelir kaybı veya iş durması gibi etkiler kapsam dışında bulunuyor.

Gelecekte sigorta sisteminin daha da genişletilmesi gerekiyor. Kiracılar, işyerleri ve ticari alanlar da sisteme dahil edilebiliyor. Ayrıca kamu destekli afet tahvilleri (cat bonds) gibi finansal ürünler de değerlendiriliyor. Meksika, bu alanda örnek bir uygulama sunuyor. Bono ihracı ile önceden kaynak oluşturarak kriz döneminde kullanıyor.

Sigorta sisteminin başarılı olması için halkın güven duyması gerekiyor. Bu nedenle hasar tespitlerinin hızlı yapılması önem taşıyor. Hak sahiplerinin zamanında ve adil şekilde ödeme alması gerekiyor. Bu başarı sağlandığında sigortalılık oranı artıyor. Böylece gelecekteki depremlerde ekonomik kayıplar daha az hissediliyor.

Acil Müdahale ve İş Sürekliliği Planları

Deprem sonrası ilk saatlerde yapılacak müdahaleler, hem can kaybını hem ekonomik zararı azaltıyor. Arama kurtarma ekipleri, sağlık hizmetleri ve geçici barınma olanakları hızlı şekilde devreye giriyor. Aynı zamanda işyerlerinin yeniden açılması da hızlanıyor. Bu sayede üretim tamamen durmuyor.

Şirketler için iş sürekliliği planları büyük önem taşıyor. Yedek veri sistemleri, alternatif üretim noktaları, jeneratör gibi altyapılar bu planlara dahil ediliyor. Japon firmaları, bu konuda dünya çapında bilinç oluşturuyor. Ayrıca düzenli tatbikatlar yapılıyor. Böylece afet anında paniğin önüne geçiliyor.

Kamu kurumları da benzer hazırlıklar yapıyor. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), bu alanda koordinasyon sağlıyor. Lojistik destek, iletişim altyapısı ve ulaşım sistemleri bu planın parçası oluyor. Ulaşım ağlarının kısa sürede onarılması, ekonomik toparlanmayı hızlandırıyor.

Yerel Yönetim Politikaları ve Kentsel Planlama

Deprem ekonomik kayıp analizi hakkında bilinmesi gerekenlerden birisi de yerel yönetim politikalarıdır. Belediyeler ve yerel kurumlar, deprem riskinin yönetiminde merkezi rol oynuyor. İmar planları, fay hatlarını dikkate alarak hazırlanıyor. Zayıf zeminli bölgelerde yapılaşma sınırlandırılıyor. Bu planlamalar sayesinde hasar potansiyeli azaltılıyor. İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde mikro-bölgeleme çalışmaları yürütülüyor.

Acil durum toplanma alanları, geçici barınma sahaları ve gıda depoları da planlamaya dahil ediliyor. Tokyo örneğinde olduğu gibi, onlarca acil durum merkezi kuruluyor. Türkiye’de de bazı belediyeler bu yönde çalışmalar yapıyor. Ayrıca bina güçlendirme projeleri de belediyeler tarafından destekleniyor.

Halkı bilinçlendirme kampanyaları da yerel yönetimlerin sorumluluğunda bulunuyor. Deprem eğitimi, ilk yardım ve sigorta bilinci bu kapsamda yer alıyor. Bilinçli toplumlarda panik azalıyor, ekonomik faaliyetler daha hızlı başlıyor. Bu nedenle yerel çabalar, ulusal stratejinin önemli bir parçası oluyor.

Ulusal Maliye Politikaları ve Afet Rezervleri

Depremlere karşı ekonomik esnekliğe sahip olmak için merkezî hükümetin hazırlıklı olması gerekiyor. Afet fonları, kriz zamanlarında kullanılmak üzere birikiyor. Türkiye’de Özel İletişim Vergisi bu amaçla uygulanıyor. Ancak bu vergi genel bütçeye dağıtıldığı için beklenen fon amacına ulaşmıyor.

Gelecekte, yalnızca afet amaçlı kullanılacak özel fonlar oluşturulabiliyor. Ayrıca uluslararası kredi anlaşmaları, sigorta reasüransı ve afet bonoları önceden planlanıyor. Böylece kriz anında kaynak arayışına gerek kalmıyor. Para ve maliye politikaları da bu süreçte birlikte çalışıyor.

Enflasyon ve bütçe açığı gibi göstergeler, afet sonrası dikkatle takip ediliyor. Gerektiğinde para arzı artırılıyor veya vergi indirimleri uygulanıyor. Bu politikalar, büyümeyi desteklerken mali disiplini de gözetiyor. Japonya ve Şili bu konuda örnek stratejiler uyguluyor. Türkiye de benzer adımlar atıyor.

Sonuç ve Genel Değerlendirme

Depremler, sadece fiziksel yıkıma neden olmuyor. Aynı zamanda ekonomik refah üzerinde uzun süreli etkiler bırakıyor. GSYİH, bütçe dengesi, borç oranları gibi makro göstergeler bu etkileri yansıtıyor. Kamu maliyesi üzerindeki yük ise zamanla artıyor. Bu da diğer kalkınma yatırımlarını kısıtlıyor.

Yapı güvenliği, bu sürecin en temel ayağını oluşturuyor. Sağlam ve denetimli yapı stoku, can kaybını ve ekonomik hasarı doğrudan azaltıyor. Bu nedenle mühendislik standartlarının kararlılıkla uygulanması gerekiyor. Aynı şekilde, imar afları gibi uygulamalardan kaçınılması önem taşıyor.

Sigorta sistemleri, riskin paylaşılmasını sağlıyor. Ancak sigorta penetrasyonu halen yeterli düzeyde değil. DASK gibi modeller başarılı olsa da kapsamı genişletmek gerekiyor. Ayrıca sigortalı hasarların hızlı ve adil şekilde ödenmesi güveni artırıyor. Bu sayede halk sigortaya daha fazla yöneliyor.

Acil müdahale planları ve yerel yönetim hazırlıkları da sürecin başarısını etkiliyor. Erken müdahale, hem insani hem ekonomik kayıpları azaltıyor. Belediyelerin mikro-bölgeleme çalışmaları ve toplanma alanları planlamaları, bu noktada hayati önem taşıyor.

Makroekonomik politika araçları da sürece katkı sağlıyor. Afet sonrası harcamaların finansmanı için güçlü bütçe disiplini gerekiyor. Ayrıca kriz döneminde büyümeyi destekleyen para politikaları da devreye giriyor. Bu nedenle senaryo analizleriyle her olasılığa hazırlıklı olunması gerekiyor.

Uluslararası karşılaştırmalar, Türkiye’nin güçlü ve zayıf yönlerini ortaya koyuyor. Japonya ve Şili gibi ülkeler, sigorta sistemleri ve bina yönetmelikleriyle öne çıkıyor. ABD, federal yardım yapısı ile ekonomik dengeyi koruyor. Türkiye ise bu modellerden öğreneceği birçok noktaya sahip bulunuyor.

Sonuç olarak, deprem ekonomik kayıp analizi yalnızca teknik bir hesaplama değildir. Bu analiz, ülkenin afetlere karşı ne kadar hazır olduğunu da gösteriyor. Yapı güvenliği, finansal dayanıklılık, müdahale kapasitesi ve toplumsal bilinç gibi alanların birlikte geliştirilmesi gerekiyor. Bu sayede ekonomik olarak daha dirençli bir gelecek kurulabiliyor.